| 
İşte JİTEM tetikçisi Babat'ın TBMM'ye mektubu
 
 10.10.2009 
- Susurluk'ta devlet sırrı diye sansürlenen ancak yıllar sonra 
Diyarbakır'da devam eden JİTEM davası dosyasına delil olarak giren İbrahim 
Babat'ın mektubunun orijinal hali ortaya çıktı. İbrahim Babat'ın susurluk 
komisyonuna gönderdiği ancak devlet sırrı gerekçesiyle açıklanmayan ifadeleri 
ilk defa Gazeteci-Yazar Nevzat Çiçek'in "İtirafçı" adlı kitabında yayımlandı. 
 TİMAŞ YAYINLARINDAN ÇIKAN İTİRAFÇI KİTABININ 127 VE 141 SAYFALARI ARASI
 
 İBRAHİM 
BABAT ANLATIYOR
 
 1967'de, Suriye'nin Kamışlı kazasında doğan İbrahim Babat, 
84'te katıldığı PKK'dan 1988 yılında kaçarak itirafçı oldu. Binbaşı Ahmet Cem 
Ersever tarafından PKK'ya karşı mücadelede kullanılmak üzere devletin himayesine 
alındı.Deşifre edilmemesi ve herhangi bir çatışmada ölü olarak 
gösterilmesi,koşullarının Asayiş Komutanı Hulusi Sayın Paşa tarafından kabul 
edilmesi üzerine JİTEM için çalışmaya başladı. Türk vatandaşlığına geçerek 1993 
yılında İstanbul'a yerleşti ve tahsilat işlerine girdi. Ortağı Süleyman Ülger'i 
öldürmeye teşebbüsten aranırken, ilişkisini hiç kesmediğini söylediği Yalova İl 
Jandarma Alay Komutanı Arif Doğan'ın odasında yakalandı. Yargılama sonunda 17 
yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.17 yıllık hapis cezasının kesinleşmesinden 
sonra İbrahim Babat yaşadıklarını anlatmaya karar verdi. Çünkü Babat kendini 
aldatılmış hissediyordu. Ona teslim olması karşılığında yedi sene yatıp çıkacağı 
sözü verilmişti. Bu kırgınlık ve kızgınlıkla Susurluk Skandalı'nın en yoğun 
tartışıldığı günlerde önce Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerine, ardından da 
İstanbul DGM Başsavcılığı'na itiraflarda bulundu. Türkçe'si iyi olmadığı için 
Kırklareli Cezaevi'ndeki koğuş arkadaşına dikte ettirdiği 11 sayfalık elyazması 
itirafından bir bölüm, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın Susurluk 
Raporu'nun 76. sayfasına girdi. İtirafın tamamı, raporun 10 numaralı eki olarak 
dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'a teslim edildi. Kamuoyunda bilinin aksine Babat'ın önce gönderdiği 11 sayfalık metin dışında dokuz sayfada görüşme 
tutanağı mevcuttu.
 
 
  İşte Babat'ın TBMM Susurluk Komisyonu'na ve İstanbul Devlet Güvenlik 
Mahkemesi'ne yazdığı 11 sayfalık mektubun tamamı: 
 "1984 Yılı içinde Suriye'nin Kamışlı kazasında PKK Örgütü'nün yaptığı ajitasyon 
ve propagandalardan etkilenerek örgütle ilişkiye geçtim. Aslen ben de Kamışlı 
doğumluydum. İlk faaliyetlerim örgütün yerel birimlerinde eğitim çalışmalarına 
katılmak ve eleman temininin propaganda çalışmalrı biçiminde alt düzeyde 
gelişti. 1986 yılına kadar bu çalışmalar devam etti. 1986 sonunda önce Şam'a 
oradan da örgüt çalışmalarının yoğun olduğu Beyrut'un Barlias kasabasına geçtim. 
Barlias'ta sebze ve meyve hallinde çalışan ve ayrıca ticaret amacıyla gelen Kürt 
kökenli insanlara yönelik kasetle propaganda çalışmaları yapmakla birlikte kendi 
aramızda eğitim çalışması yapıyordum. Bunun yanısıra Arapça'yı ana dilim gibi 
bildiğim için örgüt ile Suriyeli, Lübnanlı ve Filistinli yetkililer arasında 
tercümanlık yapıyordum. Bu çalışmalrın yaklaşık altı ay sürdü.
 
 1986 son ve 1987'in başında Mahsum Korkmaz akademesi diye tabir edilen örgütün 
kampına gönderildim. İlk üç ay normal eğitim sürecinde kaldıktan sonra kampın 
geniş yönetiminde Suriyeli Kürtlerden sorumlu görev yaptığım kamptaki 
çalışmalarım 1988'in yaz aylarına kadar devam etti. Hatta o dönemde Mehmet Ali 
Birand'ın gelişini beklemiştik. O geldikten sonra 1988'in sonlarına doğru 
kamptan ayrılarak Şam'a geldik. Şam'da Abdullah Öcalan'ın yanında kaldığım süre 
içinde Abdullah Öcalan tarafından çeşitli görevlendirmeler oldu. Botan 
Bölgesi'nde ana hareketli birliklerin siyasi sorumlusu sıfatıyla 15 kişilik bir 
grupla Botan Bölgesi'ne geldim. Bizim grubumuz aynı zamanda bir müdahale 
grubuydu. Botandaki eski merkez başta Parmaksız Zeki olmak üzere geri 
gönderilecek biz ve Ebubekir kod adlı merkez görevlisi görevi devr alacaktık. 
İlk dönemler de eski merkezden Parmaksız Zeki adeta alay etmeye başladı "Sizi 
burada bırakırsak kaybolursunuz" dedi. Tam bu dönemde birlikte görev yapacağımız 
Ebubekir'e yönelik Abdullah Öcalan'ın çok ağır ithamları oldu. Abdullah 
Öcalan'ın yere göğe sığdıramadığı Ebubekir'in böylesi ağır eleştirilere uğraması 
beni hem şaşırtı hem de hayal kırıklığına uğrattı. İleride benim de böylesi bir 
ağır hakarete uğrayacağım düşüncesi örgüte olan güvenimi yitirdim. Abdullah 
Öcalan'ın bu çelişkili durumu güvenimi sarsmakla birlikte örgüt içerisinde 
kadrolarına karşı iki yüzlü ve sahtekar tutumlar içerisinde girdiği kanısına 
vararak örgütten ayrılmaya karar verdim. Bu kararımı verirken Türkiye'ye gelip 
teslim olmak gibi bir niyetim yoktu.Amacım Kamışlı'daki evime gidip örgütten 
koparak eski yaşamımı sürmekti. Gruptan ayrılmaya karar verdim. Sorumlu düzeyde 
olduğum için bu ayrılma benim için dha kolay oldu. Gruptan ayrılıp Türkiye ve 
Suriye geldiğim an geçmeyi düşünüyordum.O sırad silahımı yolda rast gele bir 
yere attım yoluma devam ettim. Hava çok yağışlıydı gece karanlıkta yolumu zar 
zor seçebiliyordum. Uzun süre yürüdüm ve bir köye rast geldim. Köye ilk 
vardığımda evin kapısını çaldım ve tanrı misafiri olduğumu söyledim. Kılık ve 
kıyafetimden dolayı şüphelenmelerine rağmen o gece köyde kaldım.Köylüler benden 
şüphelendikleri için Korucubaşı Osman Demir'e ihbar etmişlerdi. Sabahleyin 
korucu geldi benden kimlik sordular ve Osman Demir ağanın yanına götürdüler. Ben 
daha önce Osman Ağa'nın örgüte üç tane mektup gönderdiğini ve örgütten af 
dilediğini biliyordum. Bu durumu ona karşı kullanmayı düşündüm ve beni buraya 
örgüt gönderdi bu görüşme bittikten sonra sınırdan Suriye'ye geçirmesi 
gerektiğini aksi taktirde onun için iyi olmayacağını söyledim. Osman Ağa'da 
"Bütün köy halkı buraya geldiğini görmüş seni böyle serbest bırakamam ve 
Suriye'ye geçiremem. Komutan benim çok samimi arkadaşım, seni önce ona teslim 
eder daha sonra seni kurtarırım. Böylece ben de zan kalmamış olurum dedi. Kendi 
kaygılarından çok beni jandarma taburuna teslim etti. Oradan tabur komutanıyla 
birlikte Şırnak Alay Komutanlığı'na götürüldüm. Akşama doğru beni sorgulamak 
için iki kişi alaya geldi. Cem Ersever olduğunu daha sonra çğrendiğim şahısta 
vardı. Benim kampta Mehmet Ali Birand geldiği zaman çektiğimiz fotoğraflar da 
elindeydi.Bana göstererek sorguya başladılar artık gizlenecek bir şey 
kalmamıştı. Örgütten ayrılıp gerçeklerimi bütün yönleriyle anlattım.
 
 Cem Ersever benden yardım istedi. Bende örgüte güvenimin kalmadığını örgüt 
tarafından aldatıldığımı bunun intikamını almak istediğimi söyledim ve bazı 
koşullar ileri sürdüm. Beni deşifre etmemelerini ve herhangi bir çatışmada ölü 
olarak gösterilmemi, durumun gizili tutulmasını istedim. Bunun üzerine kaç gün 
sonra Asayiş Komutanı rahmetli Hulisi Sayın Paşa geldi. İsteklerimim hepsini 
kabul etti. 1988'in sonlarından itibaren devletle anlaşmaya başladım. Devletin 
bir kurumu olan Jandarma Teşkilatı ile sayısız operasyonlara katıldım. Burada bu 
operasyonları teröre (PKK) karşı mücadele çerçevesinde gördüğüm için ayrıntılara 
girmeyeceğim. Bunun dışında teröre karşı mücadele altında devlet adına yapılan 
bazı pis işler devletin bile başını ağrıttı. Hem vicdanen rahatlamak hem de 
devleti töhmet altına sokan bazı hukuk dışı uygulamaları izah etmeye 
çeteleşmenin gerçek yüzünü ortaya sermek istiyorum.
 
 JİTEM olarak tabir edilen Jandarma İsithbarat ve Terörle Mücadele Timleri 
oluşturulmuştu. Oluşturulan JİTEM birlikleri merkezi Ankara'da Jandarma Grup 
Komutanlığı'na bağlı olmakla birlikte OHAL Asayiş Komutanlığı'na karşı 
sorumluydu.Haftalık rapor ve bilgilendirmeler Asayiş Komutanlığı'na veriliyordu. 
JİTEM birlikleri içerisinde teröre karşı başarılı çalışmalarımız olmakla 
birlikte açığa çıkmamış ve gizli kalmış bugün de devleti sıkıntıya sokan bazı 
keyfi hukuk dışı pis uygulamalrda olmuştur.Ben de daha önce JİTEM 
faaliyetlerinde çalışan teröre karşı mücadele de çalışan çok yararlı istihbaati 
bilgiler getiren Hacı Ahmet Zeyrek ve Mehmet Bayar adındaki vatandaşlar ki onlar 
ülkesini devletini seven insanlardı. Bu vatandaşlar mantıklı hiç bir gerekçe öne 
sürülmeden o dönemin JİTEM'inden sorumlu komutanın emriyle faili meçhul bir 
şekilde katledildiler.
 
 1988'de Hacı Ahmet Zeyrek yine Silopi'li olan Lokman Gündüz'ü öldürttüler.Yanlış 
hatırlamıyorsam 1990 yılının başında Mehmet Bayar kirli bir yöntemle imha 
edildi. Eline gizili servislerin kullandığı orijinal bombalı çanta verildi. 
İdil'li bir avukatla randevu alındı. Mehmet Bayar'a "Avukatın yanına bu çantayla 
gideceksin görüşme esnasında çantanın kolundaki düğmeye basacak ses kayıtlarını 
alıp bize getireceksin" dendi. Buradaki esas amaç görüşmedeki bilgileri almaktan 
ziyade Mehmet Bayar yem olarak kullanıp kendisiyle birlikte İdil'li avukatı 
(Avukat DTP'den milletvekiliği yapan Hasip Kaplan-N.Ç) imha etmekti. Mehmet 
Bayar'a gerekli izahat yapıldıktan sonra bir arabayla onu avukat bürosunun 
yakınına bıraktık. Mehmet Bayar belki meraktan olacak ki aradan indikten sonra 
daha büroya varmadan düğmeye basmış olacak ki çanta infilak etti.
 
 1989 yılında JİTEM Komutanları tarafından bize eski Iraklı ve Türk 
vatandaşlığına Beytülşebap'tan geçmiş olan ve vatani görevini Antalya Jandarma 
Alay Komutanlığı'nda yapan Mehmet Kılıç (Maho Gevdan) Antalya'dan alınıp 
getirilmesi istendi. Ben astsubay Şaban Bayram Tokat Niksar'lı olan Erol adında 
bir askeriyle birlikte Antalya'ya gittik İl Jandarma Alay Komutanı ile görüştük. 
Zaten daha önce bizim gideceğimizden haberdardı. Alay komutanlığına biz bu şahsı 
götürüyoruz ancak geri getirmeyebiliriz, ifAdesini aldıktan sonra infaz 
edebiliriz. Mehmet Kılıç'ı nasıl alacağımızı kararlaştırdıktan sonra Alay 
komutanı tabur komutanını yanımızda aradı "Yarın Mehmet Kılıç'ı çarşı iznine 
çıkart" diye takşmat verdi. Biz de kendisini sabah niğzamiye kapısından Süleyman 
Gündüz'ün adını kullanarak nizamiyden Mehmet Kılıç'ı aldık. Arabaya bindirerek 
kelepçeledik ve Silopi'ye getirdik. Cem Ersever'in sürekli ilişkide bulunduğu 
Irak'lı irtibat subaylarına teslim edildi. Mehmet Kılıç eski KDP içinde faaliyet 
yürüten KDP üst düzey sorumlusu olduğundan Irak Devleti tarafından JİTEM'den 
istenmiş ve karşılığında 100 bin dolar vaat edilmişti. Mehmet Kılıç bu para 
karşılığında satıldı. Bu paranın tahmini 30 bin doların alındığını diğer 
kısmının alınmadığını duydum. Yukarıda sözünü ettiğim olaya karışan ismail 
Yüzbaşı kısa bir süre sonra şüpheli bir kaza ile emrindeki bir asker tarafından 
öldürüldü. Bu sıradan bir kazadan çok planlı bir cinayetti. Bu konunun etraflıca 
araştırılması gerektiğine inanıyorum.
 
 1989 yılında Kasrik Boğazı'ndan Gija Şanlı'nın yeğeni olan Hurşit, örgüte (PKK) 
adam kazandıran biriyle randevulaştığını bize ihbar etti.Randevu yerine gittik, 
sözü edilen Şırnak'lı üç vatandaşı aldık, merkeze getirdik, sorguladık. Bu 
vatandaşların örgütle herhangi bir bağını tespit edemedik. Meğer bize bu 
vatandaşları ihbar eden Gija Şanlı'nın yeğeniyle bu vatandaşlar arasında kan 
davası varmış. İhbar bu nedenle yapılmış. Bunları serbest bırakmayı düşündük 
fakat, Şanlı'nın yeğeni JİTEM yetkililerine 'Eğer bunlar serbest bırakılırsa 
güvenliğimiz tehlikeye girer' dedi. Bunun üzerine Şanlı'ların hatırı için suçsuz 
yere üç vatandaşı Nusaybin, İdil arasında infaz ederek araziye attık. Bu esnada 
arabamız kaza yaptı. Bu arada Silopi'ye Asayiş komutanı kurmay başkanı Kuru 
albay geldi. Gereken bilgileri verdik. Bize bu çalışmalar için bir miktar para 
verdi. Üç vatandaşın ölümüyle ilgili 'Sakın kimse duymasın aramızda kalsın, 
devam edin' talimatlarını verdikten sonra ayrıldı.
 
 Mehmet Kılıç'ın para karşılığında Irak'a teslim edilmesi dergilere konu olunca, 
MİT tarafından soruştrma konusu olunca yerimiz ve görevlerimiz değiştirilmek 
istendi. Yukarıda belirtiğimiz olay Yüzbaşı İsmail'in kaza süsüyle öldürülmesi 
ve bu üç vatandaşın suçsuz yere öldürülmesi beni de olumsuz olarak etkilemişti. 
Bu esnada ayrılmaya karar verdim. O dönemim JİTEM Gruo Komutanı olan Arif Doğan 
geldi. Beni Diyarbakır'a götürdü. Diyarbakır'a Batman JİTEM komutanını çağırarak 
benim yeri görev yerim olan Batman'da 15 gün kaldıktan sonra adeta kaçarak 
kimseye haber vermeden İstanbul'a geldim. Bu aşama da ben de Türk 
Vatandaşlığı'na geçtim.
 
 1990 yılında JİTEM'de bazı köklü değişiklikler oldu. Asayiş Bölge Komutanlığı'na 
Hikmet Köksal Paşa getirilmişti.Gruplar oluşturulmuştu. JİTEM'in başına da Veli 
Küçük Paşa etirilmişti. 1990 yılında yakalanıp serbest bırakılan bazı 
itirafçılar, asker kimliğiyle JİTEM Grup Komutanlığı'na alınmışlardı. Bütün 
asker itirafçıların bir araya toplanmasını düşünüyorlardı. JİTEM'de bu 
itirafçıların sevk ve idareleri için bana görev çağrısı yapıldı. Önce kabul 
etmedim. Daha sonra Hikmet Köksal Paşa araya girince, bazı kaygılarım olmasına 
rağmen, Paşa'ya güvenerek Diyarbakır'a gittim. Bu arada JİTEM çatısı altında 
illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde PKK'yla ilişkili 
olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz yetkimiz vardı. Bu insanları 
yakalayıp, suçu varsa tespit edip adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir 
şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu, bu 
tarzda talimat aldık. Bu grup içerisinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, 
Hüseyin Tilki, Abdülkadir Aygan, Hayrettin Toka, Recep Tiril, Adil Timurtaş ve 
eski TİKKO'cu Fethi adındaki kişiler vardı. Antalya'da örgüt tarafından 
öldürülen Numan kod isimli Selahattin Görgülü bizim grubumuzun 
istihbaratçısıydı. Örgütle ilişkilidir tarzında bize gösterdiği ve getirdiği 
kişilerin hepsini değişik dönem ve zamanlarda infaz ettik. Bismil'de benzinci 
Talat'ı, Diyarbakır-Bismil yol kavşağında bir vatandaşı aynı gerekçelerle infaz 
ettik. Batman'da iki kişiyi birini evinden, diğerini evinin önünden alarak 
Batman, Silvan arasında infaz ettik. Yine Hazro'da öyle bir vatandaş infaz 
edildi. Yine o dönemde Selahattin Görgülü'nün verdiği istihbarat doğrultusunda 
bir şahsı Celil kod isimli Aytekin Özel binbaşıyla Abdülkadir Aygan birlikte 
infaz ettiler.Olayı birlikte gerçekleştirdiler. Olay deşifre olduğu için ötgütte 
Numanı tesbit ederek daha sonra karısıyla birlikte öldürüldüğünü duyduk. Bu 
çalışmalarımız yaklaşık beş ay sürmüştü. 1990'ın sonuna doğru çalışmalarımıza 
ara verdik bu ara kısa bir süre içindi.
 
 Nejat Söyler adındaki bir iş adamı Diyarbakır'dan Ahmet Cem Ersever'i aradı. 
Para karşılığında bir kişi öldürürelecekti. Ben, Feti,Abdülkadir Tekirdağ'a 
gittik, Nejat Söyler'le görüştük. Ertesi gün adamı bize gösterecek.O akşam 
Tekirdağ'da eski emniyet müdürlüğünün karşısındaki otelde kaldık. Gece geç 
saatlerde otele geldik. O akşam Nejat Söyler'in oğlu Murat ben duş alırken benim 
tabancamla oynadı. Alkolün etkisiyle beş tane mermi camdan daha sonra emniyet 
müdürlüğü olduğunu öğrendiğim yöne ateş ediyor. Açılan ateş sonucunda 
bulunduğumuz otelin etrafı polislerce sarıldı ve teslim olmamız istendi. Biz de 
teslim olduk kimliklerimizi gösterdik. Jandarma JİTEM mensubu olduğumuzu silahın 
kaza sonucu patladığını özel bir operasyon göevli olarak Tekirdağ'da olduğumuzu 
söyledik. Bunun üzerine karakola götürüldük.Durum oradan Diyarbakır Asayiş 
Komutanlığı Kurmay Başkanı Kuru albaya bildirildi. Kuru albay araya girerek 
serbest bırkılmamızı istedi. Emniyet serbest bırakmak yerine ancak bir inzibat 
karakoluna tutanak karşılığında teslim edebiliriz dediler. Bunun üzerine yarım 
saat içinde inzibattan bir binbaşı Kuru Albay'ın emriyle gelip bizi teslim aldı. 
Biz otele geri döndük kendisi de bizden sonra geri gitti böylece bırakılmıştık. 
Olay bu tarzda beklenmedik gelişme üzerine para karşılığında öldürmeyi 
düşündüğümüz şahsın olayını gerçekleştiremedik ve bu işten vaz geçtik.
 
 1991 yılı içinde JİTEM grubu olarak gerçekleştirilen bazı bombalama olaylarını 
izah etmek istiyorum. celil kod Aytekin Özel binbaşının getirdiği istihbarat 
sonucunda Kızıltepe'de bir vatandaşın Toros binek arabasını bombaladık. Yine 
Diyarbakır merkezinde, Diyarbakır Baro Başkanı'nın arabasını Aytekin Binbaşı,Abdülkadir 
Aygan ile birirlikte bombalama eylemini gerçekleştirdik.Patlamadan sonra olay 
yeri polis tarafından çembere alındı. Daha sonra bunların Binbaşı ve itirafçı 
olduğu görülünce serbest bırakıldılar.
 
 O dönemde JİTEM Grup Komutanı olan Arif Doğan geldi, beni Silopi'den 
Diyarbakır'a rif götürdü. Batman JİTEM Komutanı'nı çağırarak beni yeni görev 
yerim olan Batman'a gönderdi. 1991 yılından Ersever'in öldürüldüğü güne (4 Kasım 
1993) kadar Jandarma İstihbarat Grup Başkanlığı'nca kurulan, sadece 
itirafçıların bulunduğu ekibimiz bir dağılma süreci yaşadı. Bu sürede boşta 
kalan bazı arkadaşlarımız değişik işler için kullanıldılar. Silvan ve Diyarbakır 
çevresinde ülkücü olarak bilinen M.Zahir Karadeniz ile Mehdi Kaydo arasında bir 
kan davası söz konusudur. Bu durum bölgede bulunan herkesçe bilinmektedir. 
M.Zahir Karadeniz düşmanı olan Mehdi kaydoyu öldürmek için eski itirafçılardan 
Adil Timurtaş'a bir teklif götürdü. Bir miktar nakit para ve Doğan marka araba 
teklifi Adil Timurtaş için cazip geldiğinden bu tklifi kabul eder bu arada 
dönemin Diyarbakır İl Jandarma Komutanı olan İsmet Yediyıldız'da bu cinayet 
konusunda M.Zahir Karadeniz tarafından ikna edilmişti. Hedef adam durumunda olan 
Mehdi Kaydo'yu Silvan girişinde Zahir Karadeniz'in verdiği istihbarat ve silahla 
bindiği dolmuştan inerken Adil Timurtaş tarafından taranarak öldürülüyordu. 
mehdi Kaydo'yu karşılamaya gelen yakınları Adil Timurtaş'ı cinayetten sonra 
ısrarla yakalmak için takip ederler bu takipte sıkışınca gidip silah ile 
jandarmaya sığınır. Mehdi Kaydo'nun yakınları bunun üzerine plakası ve eşgalini 
tespit ettikleri Adil Timurtaş ve Abdülkerim'in babalarını öldürdüğünü söyleyrek 
polise ihbar ederler. Polis bunun üzerine ilçe jandarmayı arayarak araba 
plakasını ve şahısların eşgallerini sorar. Bu şahısların jandarmada olup 
olmadığını sorar olumlu yanıt alınca da jandarmaya sakın onu bırakmayın onlar 
cinayet işlemiş diye jandarmayı uyarır. Bunun üzerine bulunan astsubay Adil 
Timurtaş'la yanında bulunan Abdülkerim adındaki şahısları tutuklar. Adil 
Timurtaş ısrarla Alay Komutanı İsmet Yediyıldız'ın aranmasını ister. Komutanın 
bilgisi dahilinde olduğunu izah eder. İkna olan astsubay Alay Komutanı İsmet 
Yediyıldız'ı arar ve durumu izah eder. Komutan anlatılanalrın doğru olduğunu 
olayın bilgisi dahilinde geliştiğini ve iyi olduğunu söyleyerek Adil Timurtaş 
ile Abdülkerim'in serbest bırakılmasını emreder. Bu emir doğrultusunda görevli 
astsubay onda serbest bıraktı.
 
 1992 yılında bir sınırötesi harekat planlanmıştı. Eski komutanım Cem Ersever bu 
harekatın koordinatörüydü. Bu harekata katılmam için çağrıda bulunuldu. Ben daha 
önce yaşanan bazı olumsuz olaylardan dolayı kendisine kırgındım. Bu teklifi red 
ettim. Ersever'le ölümünden önce Zahir Karadeniz'in Ayvalık'taki işyerinde 
Ersever'le bir görüşmemiz oldu. O sırada yeni istifa etmişti. Bu görüşmede Cem 
ile barıştık. Bana ayrıca yeni fikirlerini açtı. Ankara'da bir duruşmasının 
olduğunu, duruşmadan sonra eski ekibi Mersin'den toparlayarak TİT (Türk İntikam 
Tugayı) tarzında bir hareket geliştirmek istediğini, bu konuda bir kuruluş 
toplantısı yapacağını ve çalışmalarının Adana Bölge Komutanlığı'na atanan İsmet 
Yediyıldız Paşa'nında kendisine destek verdiğini söyledi. Beni de bu toplantıya 
davet etti ve "Sen bu işte olmazsan olmaz" dedi. Bu teklifi kabul ettim. Bu 
arada Hüsamettin Cindoruk ile tanıştığını, başbakan olması durumunda onun 
danışmanı olabileceğini bu durumun gerçekleşmesi halinde çok iyi olacağını 
söyledi. Esever ayrıldıktan sonra ben ve M.Zahir Karadeniz İsmet Yediyıldız 
paşayşa görüşmemiz oldu. Bize dedi ki," Cem'e sahip çıkın, onu yalnız 
bırakmayın" diye tembih etti. Bu telefon görüşmemizden sonra Cem Ersever 
Ankara'da öldürüldü. Aslında paşanın ve Karadeniz'in benimle olan görüşmelerinin 
bir uyarı olduğunu düşünüyorum. Cem'in öldürülmesi onların bilgileri dahilinde 
olmuştu. Hatta Ayvalık'a gelmesi ve bizi buluşturmaları onlar tarafından 
planlanmıştı. Çünkü Cem'den sonra beni de öldürmeyi düşündüler. Bunun için 
Ayvalık'a bir ekip gönderdiler ve bu konuyu dönemin İstanbul İstihbarat Şube 
Müdürü olan Hanefi Avcı'ya telefonla izah ettim. Kendisi beni çağırıp sahip 
çıktı. Beni ortadan kaldıramadıkları için Ersever'in öldürülmesi benim üzerime 
yıkmak istediler. Daha sonra ifademin alınması bahanesiyle Ankara JİTEM'i beni 
çağırdı. Geleceğimi söyledim ancak, Hanefi Avcı beni göndermedi. Bu süre içinde 
JİTEM'de bazı dostluklarım dışında sınırlı ilişkilerim oldu. Eski ekipten Arif 
Doğan Albay, Sinan Yüzbaşı gibi arkadaşlarla ilişkilerim son Bodrum olayına 
kadar devam etti. Meclis Susurluk Komisyonu kayıtlarında geçtiği gibi Bodrum 
olayı öyle gelişti. Bu işi Mustafa Keskin adındaki şahıs eski iş ortağım 
Süleyman Uger'e getirmişti. Süleyman'da bana Bodrum'da bir iş olduğunu San Kulüp 
olarak bilinen Bodrum Günbet'teki işyeri sahibi ile kiracısı arasında bir 
problem olduğunu, bu problemi çözme durumunda nakit bir para alabileceğimizi 
söyledi. Bunun üzerine ben Mustafa keskin, Süleyman Uger'le birlikte İzmir'e 
daha önce JİTEM'den tanıdığımız yüzbaşının yanına gittik. Ben durumu Sinan 
Yüzbaşı'ya izah ettim. Kendisinden ekipte istedim. Bana üç tane astsubay verdi 
birlikte Gümbet'e gittik. Mal sahibi olan Başmısırlı'yı, kiracısı A. Köseyi bir 
masaya oturtup barıştırmak istedik. Mal sahibi A. Başmısırlı bizden korkarak 
polise bizi şikayet etti. Bunun üzerine çok sayıda polis bulunduğumuz yeri 
basarak bize kimlik sordu. Göz altına almak istediler. Yanımızdaki astsubaylar 
jandarma olduğumuzu polislerin kendilerini alma yetkilerinin bulunmadığını, özel 
bir operasyonda olduğumuzu kendilerinin kimleri kollamaya çalıştıklarını sert 
bir şekilde ifade ettiler. Bunun üzerine çaresiz kalan polis astsubayların 
kimlik bilgilerini alıp ayrıldılar. Bizi ihbar eden A.Başmısırlı polisin bizi 
almadığını görünce korkup aynı gece İstanbul'a kaçtı. Bir aracı vasıtasıyla 
bizimle barışmak istedi. Bir kaç gün sonra İstanbul'da görüştük biz yüz bin 
dolar istedik ağladı veremeyeceğini söyledi. Bunun üzerine 40 bin dolara 
anlaştık . Ayrıca işyerinin kiracısından Süleyman'la birlikte bir buçuk milyar 
civarında para aldık. Bunun yarısı işi getiren Mustafa Keskin, on bin dolarını 
da Sinan yüzbaşıya verdim. Daha sonra Süleyman Uger aldığımız çeklerin günü 
dolmadan ve benden habersiz kırdırdığını öğrenince aramızda sert tartışmalar 
oldu. Bu tartışmalar üzerine birbirimize ateş ettik. O ayağından yaralandı, 
benim de Mercedes arabam zarar gördü. Ben Bursa'ya kaçtım. Süleyman önce 
polislere benim ismi mi vermemiş. Ancak Bursa'da taşındığım eve polislerin gelip 
beni yakalamak istediklerini öğrenince Yalova Jandarma Alay Komutanlığı'na 
gittim. Arif Doğan, bana emniyet müdürleri ile görüşerek yardımcı olacakları 
sözünü alınca bende kendi arabamla ve iki astsubayla birlikte Kadıköy'e gelerek 
teslim oldum. Ama emniyette tutanak tutulduğunu görünce suçu inkar ettim. Bugüne 
kadar da böyle ifade verdim. Ama bir hafta önce 17 yıla mahkum olunca şaşırdım. 
Ben en fazla 7 yıl iki ay ceza alacağımı yattığım süre dikkate alınınca serbest 
kalacağımı zannediyordum. Ama böyle ceza alınca her ne kadar temyize gitsem de 
bildiğim her şeyi anlatmaya karar verdim. Bunun için size ve İstanbul Devlet 
Güvenlik Mahkemesi'ne yazı ile müracat ettim. 17.12.1997- İBRAHİM BABAT"
 
 
 Babat'ın gönderdiği bu mektup üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu üyeleri 
19.12.1997 tarihinde Kırklareli Cezaevi'nde cezasını çekmekte olan Babat'la 
görüşür.
 
 Komisyon üyelerinin Babat'la yaptıkları ve imza altına aldıkları görüşme 
tutanağının orijinal hali:
 
 "25-GÖRÜŞME TUTANAĞI
 
 Halen Kırklareli Cezaevi'nde tutuklu İbrahim Babat (Abdurahman oğlu,1972 
doğumlu, Şırnak Uludere nüfusuna kayıtlı)'nın Başbakanlık Teftiş Kurulu 
Başkanlığı'na gönderdiği 17.12.1997 tarihli yazılı müracatı üzerine 19.12.1997 
günü saat 14.30 ile ...arası yapılan görüşmede anlattıklarından önemli 
görülenler iş bu tutanakta belirtilmiştir:
 
 "Ben aslen Suriyeliyim ve gerçek doğum tarihim 1965'tir. Ancak kimliğimle ilgili 
diğer bilgileri şu anda açıklamak istemiyorum. Suriye'nin Kamışlı kazasındayım. 
1984 yılında PKK örgütü ile temasa başladım. 1986'ya kadar Suriye'de idim. Bu 
dönemde propaganda eylemlerine ve propaganda toplantılarına katıldım. Öldürme, 
yaralama gibi silahlı eylemlere katılmadım. Çünkü Suriye'de PKK'nın bu tür 
eylemleri yoktur. 1986'da Berlias'ta 1987 başında Bekaa'daki Mahsun Korkmaz 
Akademisi'nde ve Şehit Ahmet Kampı denen bir kampta kaldım. Bu dönem içerisinde 
hep eğitim yaptım. Kampta Suriye'li Kürtlerden sorumluydum. Kampın 
yönetimindeydim. Bu esnada PKK'nın üst düzey sorumluları ile Abdullah Öcalan ile 
görüşüyordum. Bu dönemde silahlı bir eylemde bulunmadım ancak bir kişinin (Rizgari 
Örgütü'nden) Beyrut'ta PKK tarafından öldürülüp cenazesinin Türkiye'ye 
gönderildiğini biliyorum. Mehmet Ali Birand kampa geldiğinde (üç gün) kaldığında 
kamptaydım. Onun ayrılmasından sonra Şam'a geldim. Abdulah Öcalan'ın emrinde 
9-10 gün bir kaç arkadaşla birlikte kaldım. Bu günlerde bize verdiği 
talimatlardan sonra grup olarak Suriye'nin Derik bölgesine geldik. Kabat kodlu 
birisi ile Ömer kod adlı Cizreli ile buluşup silah ve mühimmatı tamamladıktan 
sonra Dicle nehrinden Cudi Dağına geçtik. Bu geçişimiz irtibat kopukluğu 
nedeniyle 15 gün falan sürdü ve aç sefil bir halde idik. İran ve Irak'tan 
gelenlerle birlikte toplandık. Biz gelince Abdullah Öcalan'ın talimatı ile 
Suriye'ye dönmesi gereken üst düzey merkez komite üyesi 4 kişi bunu önce 
kabullenmek istemedi ve aramızda soğukluk başladı. Bu olaylar benim terör 
örgütünden soğumaya başlama sebep oldu. Esasen Abdullah Öcalan'ın bir çok kadın 
ve kızı haremi gibi kullanmasını da kabullenemiyordum. Geri dönecek olanlar 
örgütçe öldürülmekten korkuyordu. Ve bunlardan Şahin Baliç dönünce kamptan 
öldürüldü. Benim siyasi sorumlu olmam, kabullenmek istenmedi.
 
 1988 yılında Kumçatı Köyü Aşiret Reisi Osman Demir'in evine gittim. Ben 
Suriye'ye dönmek istiyordum ama bu kişi korktu ve beni Tabur Komutanı İsa 
Binbaşı'ya teslim etti. Birlikte Şırnak Alay Komutanlığı'na gittim. Komutan 
Ahmet Yarbaydı. Burada ifadem alınmadı ama akşam üzeri helikopterle Binbaşı 
Ahmet Cem Ersever geldi ve beni elindeki fotoğraf albümünden gerçek kimliğimle 
tespit ederek birlikte çalışma teklif etti. Ben de kabullendim. 2-3 gün sonra 
Hulusi Sayın ( Kolordu Asayiş Komutanı) geldi ve tam olarak kendilerine yardımcı 
olmak üzere anlaştım. Beni çatışmada öldü diye göstererek çalıştırdılar ve 
bilahare bugünkü kimliğimi verdiler. Kimliğim 1989 yazında çıkartıldı ve 18 
yaşından küçük görünmem için doğum tarihim 1972 yazıldı. Bu süre içinde Batman, 
Silopi, Diyarbakır ve BOTAŞ Tesisleri'nde JİTEM'de kaldım.Bu dönemde Grup 
Komutanı Arif Doğan'dı. Gruba bağlı Mardin, Batman, Ankara, Mersin gibi 
birlikler vardı. Birliklerin başında daha kıdemsiz komutanlar vardı. Her hafta 
Diyarbakır'a gidiyor ve Hulusi Paşa'ya çalışmalar hakkında bilgiler veriyorduk. 
Bu uygulama daha sonraki komutanlar İsmail Selen ve Hikmet Köksal ille de aynı 
şekilde devam etti. Bu dönemde istihbaratta bulunduğumuz gibi operasyonlar da 
yapıyorduk. Operasyonlarda 40 köy korucusu (Kendilerine komutanlık ödeneğinden 
ek maaş veriliyordu) 40 asker görev alıyorduk. Ayrıca başımızda A.Cem Ersever, 
Binbaşı İsmail, Üsteğmen Sinan Yaşar,Başçavuş Şaban Bayram'da bizimle birlikte 
idi. Bu dönemde bir çok operasyon yaptık. Bunlardan bir kısmı bana göre doğru 
idi. Ama bir kısmı yanlıştı. Yanlış olanlardan bildiklerim:
 
 a) 1988 yılında Silopi'de Hacı Ahmet Zeyrek'in itirafçı olmasına rağmen, sırf 
ileride bizi ele verir endişesiyle Lokman Gündüz'e vurdurtarak A.Cem Ersever 
tarafından öldürülmesi.(Hacı Ahmet Zeyrek itirafçı değil bizim gibi kullanılan 
bir elemandı)
 
 b)1989 yılında Şırnak'lı Mehmet Bayar'ın İdil'de bombalı çanta eline verilerek 
infilak sonucu ölümü. Bombanın eline veriliş amacı Avukat'a göndermek ve 
birlikte ölmelerini temindi. Ama kişi avukata varmadan çantayı açmaya kalkınca 
öldü. Bu kişi de içimizde çok şey biliyor diye yokedildi. Talimatı kimin 
verdiğini kesin bilmiyorum.
 
 c) 1989 yılında Şırnak'lı Gijo Şanlı'nın yeğeni Hurşit'in "Bunlar örgüte 
gençleri göndertiyorlar" diyerek ihbar ettiği o yaşlı üç kişiyi Renault bir 
araba ile Kasrik Boğazı'ndan aldık Silopi'ye götürdük. Ancak suç sayılacak bir 
bilgi alınamadı. Bence bu kişiler masumdu. Sırf Hurşit'in kendi düşmanları idi. 
Bir şey elde edemeyince Hurşit "Bunlar beni tanıyorlar. Benim JİTEM'in adamı 
olduğumu söyleyebilirler" demesi üzerine A. Cem Ersever, Astsubay Bayram, ben ve 
Hurşit öldürdük. Yolda giderken arabamız kaza yaptı ve takla attı. İkinci 
arabayı Cem Binbaşı getirtti ve birlikte Nusaybin'e yakın bir yerde öldürdük.
 
 d) Yine 1989 yılında Maho Gerdan diye tanınan Irak'lı Kürt vatandaşı sonra 
Mehmet Kılı ismini almış ve T.C vatandaşı olmuş kişiye Antalya'da askerliğini 
yaparken Asayiş Komutanlığı'nın bilgisi dahilinde Cem Binbaşının emriyle ben ve 
Şaban Başçavuş gittik. Yanımızda Tokat Niksarlı Erol adında asker vardı. Reno 
marka bir araba ile gittik. Oradaki komutanlarla görüştük. Bize bu kişiyi çarşı 
iznine çıkartarak kapıda verdiler. Biz de Hacı Süleyman Gürbüz'ün ismini 
kullandık. Kişiyi alarak Silopi'ye getirerek Cem Binbaşıya teslim ettik. Bir gün 
sonra Irak'lı komutanlara sırf aramızdaki iyi münasebet devam etsin diye teslim 
edildi. Bu kişi KDP'nin Zaho Bölge Komutanı idi ve üç tane de karısı vardı. 
Kanaatimce Iraklılar teslim aldıktan sonra öldürmüşlerdir. Karıları halen 
Türkiye'dedir.
 
 e)Antalya'da 1993 yılında öldürülen Numan (Soyadını hatırlamıyorum karısıyla 
birlikte evinin balkonunda öldürülmüştü)'ın bize gösterdiği Batman'da iki, 
Bismil'de iki (Birisi benzinci),Hazro'da bir ve Antalya'da bir olmak üzere 
toplam altı kişiyi 1990 yılı içerisinde öldürdük. Bu emri zamanın Asayiş 
Komutanı Hikmet Köksal bizzat verdi. Bizim gruba ikramiye olarak Diyarbakır'da 
Emlak Bankası'ndan bir blok satın alınarak evleri döşenerek beyaz eşyaları dahil 
evli olanlara verildi.Halen bazıları ikamet ediyor.Lojman içerisindeydi bu blok. 
Diyarbakır'daki olaylar sırasında JİTEM'in komutanı Ankara'da Veli Küçük idi ve 
gidip geliyordu.Diyarbakır Grup Komutanı Cem Ersever'di.
 
 f) 1990'da Nusaybin'de Nusaybin Gazetesi'ni ve Diyarbakır'da Yeni Ülke 
Gazetesi'ni, ben, Hüseyin Tilki, Adil Timurtaş, Hayrettin Toka, (Bir kişi daha 
var ismi okunmuyor-N.Ç) birlikte yaktık.Başka isimler de vardı. Bizi Jandarma 
araba ile götürüyor, bekliyor ve olayı yaptıktan sonra geri getiriyordu. Baro 
Başkanı'nın arabasına bombayı Abdülkadir Aygan, Aytekin Binbaşı koymuştur. Celil 
kod adını kullanan Binbaşı Aytekin Özel'dir. Polisler kendileri ni sevmişler ama 
asker olduğunu görünce serbest bırakmışlardı. Bu olayda ben yoktum. Ama 
Kızıltepe'de Aytekin Binbaşı'nın tanıdığı ama bilmediğim birinin arabasına sırf 
zarar vermek için konulan bomba olayında ben, Abdülkadir Aygan ve Aytekin 
Binbaşı birlikte gerçekleştirmiştik. Benim kod adım "METE" idi.
 
 g)1990 yılında Tokat Niksar'da hapisten çıkacak itirafçı Sabotullah Batur'u 
cezaevi çıkışında tahliye sırasında kaçırıp öldürecektik. Ancak motosikletli bir 
kişinin cezaevine 2-3 defa gelmesi üzerine önce bu kişiyi yakaladık. Bu kişinin 
cezaevine gazete getiren çoluk çocuk sahibi biri olduğunu öğrenince önce 
sorguladık ve bağladık. Aytekin Binbaşı "bizi ihbar edebilir" diyerek öldürmemi 
istedi ama ben kişiye acıdım ve öldürmedim. Bağlı şekilde bıraktık. Bu kişinin 
bizi herhangi bir şekilde ihbar edebileceğini düşünerek Sabotullah Bazur'u 
öldürmeden olay yerinden ayrıldık. Sonra bu konuyu öğrenmek üzere MİT'den iki 
kişi geldi. Bunlardan birisi Yeşil diye tanınan Mahmut Yıldırım'dı. Ben 
kendisini eski TİKKO'cu diye duyuyordum ama ilk defa o zaman gördüm. Daha sonra 
bir daha geldiğinde gördüm ama hiç konuşmadım.
 
 Ben Binbaşı A.Cem Ersever ile birlikte çalışırken bazen yaptıklarımdan rahatsız 
oluyordum. Bazen de anlaşamıyorduk. Bu nedenle 1989 yılbaşından önce kaçtım ve 
İstanbul'da 3-4 ay kaldım. Hikmet Köksal Asayiş Komutanı olunca yeniden geri 
döndüm. (Üç satır tam okunmuyor. N.Ç)...Cem Binbaşı'nın kitaplarındaki bilgileri 
bizim ekipten Hayrettin Toka ile Ali Ozansoy hazırlıyordu. Sonra Cemil Işık son 
bilgileri verdi.
 
 Ben 1990'dan 1996'ya kadar genellikle İstanbul'da idim. 1991'de Diyarbakır'da 
ziyarete gittiğimde Cem Binbaşı Tekirdağ'da kaçakçı Nejat Söyler ile telefonda 
birini öldürmemi söyledi. Ben Tekirdağ'a geldim bu işi para için yapacaktım. 
Bizim ekibe ...milyar ile kullandığımız araba verilecekti. Cem Binbaşı'nın ve 
Nejat Söyler'in ne alacağını bilmiyordum. Öldürme işini o zaman milletvekili 
olmamış olan Hasan Peker (Uncular Şirketi'nin sahibi) istemiş. Bana 
öldürtecekleri kişiyi göstereceklerdi o gün infazı yapacaktım. Bu işte ben eski 
TİKKO'cu Fethi ve Abdülkadir Aygan birlikte idik. Bizi otele yerleştirdiler. 
Nejat Söyler'in oğlu Murat Söyler'de bizimle birlikte idi. Gece sarhoş olan 
Murat Söyler benim tabancamla (Swith Weson) bir şarjörü otel odasından dışarıya 
boşaltınca polisler oteli bastı ve bizi gözaltına aldılar. Ancak burada 
telefonla Diyarbakır'a haber verdiğimiz için jandarma bunlar bizim adamımızdır 
diyerek polisin elinden bizi aldılar. Sonra da serbest bıraktılar. Emniyet 
müdürü tutanak tutmuştu. İnzibattan bir binbaşı tutanağı imzalayarak teslim 
aldı. Bu işi yapamadık ve yol parası dışında bir şey almadık. Nejat Söyler en 
son Trabzon'da idi.Şuan nerede bilmiyorum.
 
 1992'de Silvan'da Mehdi Kado adlı bir kişi öldürüldü. Öldürenler Adil Timurtaş 
ile Abdülkerim isimli Uludereli idi. Bunlar kişiyi karşılamaya gelen aile 
fertlerinin gözü önünde öldürmüşler. Onlar da karşılık vermiş ve bunlar kaçarak 
Silvan Bölük Komutanlığı'na sığınmışlar. Polise şikayet edilince bölük komutanı 
bunları tutukluyor. Ama bunlar işi Alay Komutanının bilgisi ile yapıldığını 
söyleyince Bölük Komutanı Alay Komutanı İsmet Yediyıldız'ı arıyor ve ondan 
aldığı talimat üzerine bunları polise teslim etmeyip serbest bırakıyor. 
Öldürülen kişiler Zahit Karadeniz'in şahsi düşmanları idi. Ama Zahit 
Karadeniz'in Alay Komutanını kandırması ile öldürtüldü. 1993 yılında M.Zahit 
Karadeniz beni o tarihlerde büfe işlettiği Ayvalık'a çağırdı. Binbaşı Cem 
Ersever ile barıştırdı. Cem Ersever yeni emekli olmuştu. Bana Mersin- Adana 
Bölge Komutanı olan İsmet Yediyıldız'ın Mersin'de bize yardımcı olacağını,hatta 
burada eski ekibi toplayacağını söylediğini, söyleyerek Ankara'ya (Önce 
İstanbul'a) gitti. O ayrıldıktan sonra İsmet Yediyıldız bana telefonla Cem 
Ersever'in öldürüleceğini ona sahip çıkmamızı söyledi. Ama ben kendisiyle 
görüşemedim. Cem Binbaşı Ankara'ya giderken mahkemeden de bahsediyordu. Sonra 
Cem Ersever'in kaybolduğunu bilahere öldürüldüğünü duydum. Ben kimin öldürdüğünü 
kesin bilmiyorum ama o tarihlerde Ankara'da olan Yeşil'e bu işi yaptırdılar 
kanatındayım. Bu olaydan sonra ben bir kaç ay Ayvalık'ta kaldım. Daha sonra 
İstanbul'a döndüm. 1993'te JİTEM'in başında Grup Komutanı Nurettin Binbaşı ile 
Başkan olarak Veli Küçük vardı. Mustafa Deniz Nurettin Binbaşıya Cem'in elinde 
çeşitli silah ve mühimmatın olduğunu söyleyerek tedbir almalarını söylediğini 
Ali Ozansoy'a anlatmış. Ben bu yerlerde 1996'ya kadar çek senet tahsilatı dahil 
olmak üzere çeşitli işler yaptım. Emniyet İstihbarat yetkilileri ile 
görüşüyordum. (Hanefi Avcı-Adem Demir) Ama kendileri ile herhangi bir 
operasyonda bulunmadım. 1996 yılında eski PKK'lı Süleyman Üger ile ortaktım. 
Onun tanıdığı Mustafa Keskin'in Bodrum'da Sun Clup sahibi Ahmet Nedim Başmısırlı 
ile kiracısı Ahmet Vasfi Köse arasındaki iltilafı halletmek için takipte 
bulunması üzerine, Sinan Yaşar' (İzmir'de JİTEM komutanı idi) dan üç ast subay 
aldım. Ahmet Nedim Başmısırlı'nın bize teslim edilmesini söylediğimiz müdürün 
haber vermesi üzerine polisler bizi çevirdi ama biz jandarma olduğumuzu söyleyip 
kimlik gösterince sadece astsubayların isimlerini aldılar ve biz yolumuza devam 
ettik. Daha sonra Ahmet Başmısırlı bize müracat etti. Kendisinden 40 bin dolar 
ile birmilyar dörtyüz milyon (Yeni para ile 1400 TL-N.Ç) TL'yi nakit ve çek 
olarak aldık. Ancak ortağım Süleyman Üger benden habersiz habersiz olarak 
çekleri nakte çevirmek isteyince aramızda ihtilaf çıktı.Kadıköy'de birbirimize 
ateş ettik. O ayağından yaralandı, benim de Mercedes arabam da (henüz parasını 
ödemediğim) kurşunlardan dolayı zarar gördü. Camları kırıldı. Ben Bursa'ya 
kaçtım. Süleyman önce polislere benim ismi mi vermemiş. Ancak Bursa'da 
taşındığım eve polislerin gelip beni yakalamak istediklerini öğrenince Yalova 
Jandarma Alay Komutanlığı'na gittim. Bana emniyet müdürleri ile görüşerek 
yardımcı olacakları sözünü alınca bende kendi arabamla ve iki astsubayla 
birlikte Kadıköy'e gelerek teslim oldum. Ama emniyette tutanak tutulduğunu 
görünce suçu inkar ettim. Bugüne kadar da böyle ifade verdim. Ama bir hafta önce 
17 yıla mahkum olunca şaşırdım. Ben en fazla 7 yıl iki ay ceza alacağımı 
yattığım süre dikkate alınınca serbest kalacağımı zannediyordum. Ama böyle ceza 
alınca her ne kadar temyize gitsem de bildiğim her şeyi anlatmaya karar verdim. 
Bunun için size ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne yazı ile müracat 
ettim.Benim JİTEM'de görevli olduğum hem elimdeki iki belgeden hem de bulundurma 
ruhsatlı Kırıkkale tabancamın Diyarbakır Emniyet Müdürlüğündeki dosyada ki 
belgelerden açıkça bellidir. Bunların aynı vaki olduğunu kabul ve beyan 
ederim.19.12.1997 -
İbrahim Babat"
 
 Rahşan Affı'yla tahliye edilen Babat Suriye'ye sınır dışı edildi
 
 Bütün 
bu olaylardan sonra İbrahim Babat'ın 17 yıl 6 ay hapis cezası Rahşan Affı'yla 
ortadan kalktı ve tahliye edildi. Yaptığı itiraflar nedeniyle devlet sırrını 
açıklamaktan, ayrıca daha önce işlediği sahte çek, dolandırıcılık, cinayet ve 
gasp suçlarından Babat hakkında açılan dava esnasında tutuksuz yargılanmak üzere 
serbest bırakıldı ve Suriye'ye sınırdışı edildi (bu tür davalarda normal olarak 
sanığa yurtdışına çıkış yasağı uygulanır). Dava İddianamesinde, sanık Hacı Hasan 
(İbrahim Babat)'ın Binbaşı Cem Ersever, dönemin Asayiş Bölge Komutanları Hulusi 
Sayın, İsmail Selen, Hikmet Köksal, Silopi JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Arif 
Doğan, Yüzbaşı İsmail Öztoprak, Üsteğmen Sinan Yaşar, Başçavuş Şaban Bayram'ın 
bilgisi dahilinde aylık maaş alarak Diyarbakır Kurdoğlu'ndaki Emlakbank 
lojmanlarında eğittiği tetikçi itirafçılarla birlikte kendilerine bir blokun 
satın alındığı belirtiliyor. Suriye Kamışlı doğumlu olması nedeniyle sınırdışı 
edilen, mahkeme dosyasına göre gerçek adı Hacı Hasan olan Babat, itirafçı 
olduktan sonra JİTEM tarafından İbrahim Babat ismiyle Şırnak Uludere ilçesi 
Şenoba köyü nüfusuna kaydettirilmişti. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı. 
Ama buna rağmen mahkeme Suriye'ye gönderilmesine karar verdi. (Timeturk)
 
 JİTEM'ci Babat'ın şok itirafları mahkemede
 
 JİTEM'in varlığını ispatlayan resmi belgeler |
JİTEM'le ilgili tüm manşetlerimiz
 
 Diyarbakır'daki JİTEM davaları birleştirildi |
JİTEM davası özel yetkili mahkemeye devredildi
 
 8 JİTEM'cinin 8 cinayeti için nihayet mahkeme bulundu
 
 JİTEM'in maaş bordrosunu gösteren Aygan hakkında geniş bilgi
 
 |