Balyoz davasında avukat görevlendirmediği gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatılan İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve 10 yönetici, soruşturmayı kanuna aykırı diye nitelendirdi ve ifade vermeye gitmeyeceklerini açıkladı. Balyoz´un ilk duruşmalarından birinde mahkeme heyetinin verdiği 163 tutuklama kararı üzerine sanıklar şok olmuş, protestolarda bulunmuş ancak ilerleyen saatlerde güvenlik güçlerine teslim olmuşlardı. O duruşmada bulunan Baro Başkanı Ümit Kocasakal´ın üzüntüden titrediği basına da yansımıştı. Sanıklarla bu kadar içselleşen Kocasakal´ın sanıkların gösteremediği direnişi göstermeye kararlı olduğu ileri sürülüyor. Ancak halktan ne kadar kopuk olduklarını kendisi de itiraf etmiş olan Kocasakal´a başarı şansı tanınmıyor.
25.05.2012 12:16 Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal´ın da aralarında bulunduğu 11 baro yöneticisi hakkında, yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs gerekçesiyle soruşturma başlatıp ifadeye çağırmıştı. Baro adına yapılan açıklamada, Yasaya uygun işlem yapılıncaya kadar davete icabet etmeyeceğiz denildi.
ZORLA GETİRİLECEĞİ İHTAR OLUNMAKTADIR
İstanbul Barosu yönetim kurulu adına yapılan yazılı açıklama şöyle: Kamuoyunda ´Balyoz Davası´ olarak bilinen ve Özel Görevli İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/283 Esas sayısına kayıtlı olarak görülen davanın 6 Nisan 2012 tarihinde yapılan oturumuna katılarak, bu davada yaşanan savunmaya yönelik hak ihlallerine ve özellikle de meslek onurumuza dönük saldırılara tepki vermiş, bu amaçla İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri olarak adil yargılanma hakkına saygı gösterilmesini talep etmiştik. Baro Yönetimi olarak bu talepleri ileri sürmemize neden olan gelişmeler, bir süreden bu yana anılan mahkemede yaşanan açık hak ihlalleri karşısında meslektaşlarımızın ´cübbelerini bırakmalarına´ neden olan bir aşamaya kadar gelinmiş olmasıydı.
Avukatlık Kanununun 76, 95 ve 97. Maddelerinde ifadesini bulan yetkilerimizi kullanarak ve doğrudan doğruya ´Baronun mevcudiyet nedeni´ olarak tanımlayıp sergilediğimiz bu tutum, özü itibariyle Mahkemeyi ´adil yargılanma hakkına saygı göstermeye davet´ niteliği taşımasına ve bu suçun maddi ve manevi unsurunun bulunmamasına karşın, aynı gün Mahkeme tarafından alınan kararla hakkımızda ´adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs´ isnadı ile suç duyurusunda bulunulmuştu. 22 Mayıs 2012 tarihinde bu suç duyurusunun ulaştığı Silivri C.Başsavcılığı tarafından İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyelerine - sıfatları da vurgulanmak suretiyle ve Baro adresine - çağrı gönderilmiştir. ´Şüpheli´ sıfatıyla yapılan çağrıya 7 gün içinde yanıt verilmezse, zorla getirileceği ihtar olunmaktadır
SAVCILIK KANUNA AYKIRI BİR SORUŞTURMA BAŞLATMIŞTIR
Avukatlık Yasasının 58. Maddesi aynen şu hükmü âmirdir: Avukatların, avukatlık ve Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır... Bu açık hükme ve bizzat çağrı çıkaran C.Savcısına yazılı başvuru ile bu hüküm anımsatılmış olmasına rağmen, Savcılık bu girişimimizi ´görev´ olarak telakki etmemiş ve Adalet Bakanlığından izin almaya gerek duymaksızın ´kanuna aykırı´ bir soruşturma başlatmıştır. Aynı Mahkeme tarafından cübbelerini bırakarak duruşmalara girmeyen ve bu suretle hak ihlallerini protesto eden meslektaşlarımızın yerine ´zorunlu müdafi´ tayinine olumlu yanıt vermediğimiz için de ikinci bir suç duyurusunda bulunulmuştur. Yasa, yönetmelik ve Ceza Genel Kurulu kararları açıkça, vekâlet ilişkisinin istifa, azil vb. nedenlerle sona ermediği hallerde, zorunlu müdafi tayininin yasal dayanaktan yoksun olacağı hükmünü içermektedir. CMK ile ilgili yönetmeliğin açık hükmüne ve bizzat İstanbul Barosunun taraf olduğu Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarına rağmen, bu taleplerinde ısrarcı olan ve atama yapılmaması halinde yeni bir suç duyurusu yapılacağı ihtar olunarak devam ettirilen bu talep, Mahkemenin Baroyu ´hukuk dışı işlem yapmaya zorlamasından´ başka bir tanımlama ile karşılanamaz
AVUKATLIK MESLEK ONURUMUZU ÇİĞNEYEMEYECEKTİR
Bütün bu gelişmeler üzerine, İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri olarak aşağıdaki beyanlarımızı ´tarihe not düşürmeyi´ görev sayıyoruz:
1. Ülkemiz, olağanüstü olarak nitelenmesi gereken bir tarihsel süreç içindedir. Tarih, olağanüstü dönem hukukunu yaratanları da, o hukuka karşı direniş sergileyenleri de not etmektedir. Aradaki tek fark onurlu yaşam adına bırakılan mirastır.
2. Hukuksuzluğun doruğa ulaştığı olağanüstü dönemlerde hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü, savunmayı ve meslek onurunu korumak için bedel ödemek gerekiyorsa, İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri bu bedeli ödemeye hazırdır.
3. Dünyanın en büyük Barosunu kanuna ve hukuka aykırı işlem yapmaya zorlayan ve her alanda keyfiliği egemen kılan Özel Görevli Mahkemelerin bu uygulamasına İstanbul Barosu teslim olmayacaktır.
4. Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyelerinin kanuna aykırı çağrı ile davet edilmeleri, ülkemizde sadece yurttaşların değil, o arada Baro Yöneticilerinin bile hukuk güvenliğinin olmadığının göstergesidir.
5. İstanbul Barosu, giderek somutlaşan ve yargı eliyle meşrulaştırılmaya çalışılan baskı ve hukuksuzluğa karşı mücadelesini sürdürecektir.
6. Kendilerini hiçbir ahvalde şüpheli hissetmeyen yöneticiler olarak,şüphesiz bir hukuk mücadelesini görev sayıp, savunma hakkının kutsallığını savunmaya ve bu uğurda mücadeleye devam edeceğiz.
7. Hiçbir güç yöneticiliğimize bir bayrak olarak teslim ve emanet edilen Avukatlık Meslek Onurumuzu çiğneyemeyecektir.
Bu çerçevede; tümüyle adil yargılama hakkını, savunmayı ve meslek onurunu korumayı amaçlayan tavrımızın suç olarak nitelenmesi ve şüpheli sıfatıyla çağrı çıkarılması karşısında, hukuksuzluğa teslim olmayacağımızı ve yasaya uygun işlem yapılıncaya kadar davete icabet etmeyeceğimizi, sadece meslektaşlarımızın hukukunu korumak adına değil, yurttaşların da hukuk güvenliği adına kamuoyuna ilan ederiz ( DHA)
YARGITAY´DAN ÇARPICI KARAR: YARGILAMA AVUKATSIZ DA YAPILABİLİR!
26.05.2012 15:29 Balyoz davasındaki ´boykot´la gündeme gelen ´zorunlu avukat´ krizine çözüm olacak karar Yargıtay´dan çıktı.9. Ceza Dairesi, ´anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs´ suçundan yargılanan bir sanık hakkında avukatı olmadan verilen mahkûmiyet kararını onadı. Daire özetle, Savunma hakkı kötüye kullanılarak yargılamaya engel olunuyorsa sanığa müdafi atamadan hüküm kurulması savunma hakkının ihlali değildir. dedi. Böylece nisandan beri Balyoz duruşmalarına katılmayan sanık avukatları haksız duruma düştü.
Yargıtay´ın başka bir davada verdiği ´emsal´ karar, Balyoz davasında ´boykot´ kararı alan ve duruşmalara girmeyen sanık avukatlarını zor durumda bırakacak. Duruşmalara katılmayan avukatlar, yargılamanın bu şekilde yapılamayacağını ileri sürüyor. Ancak Yargıtay´ın, başka bir dava verdiği onama kararının gerekçeleri avukatların iddiasını çürütüyor. Haydar Yıldırım isimli şahıs, 12 Ocak 1993´te gerçekleşen bir gasp eylemi nedeniyle İstanbul 4 No´lu Devlet Güvenlik Mahkemesi´nde yargılandı. 2000 yılında tahliye oldu. İki yıl sonra gasp ve terör örgütü TKP/ML-TİKKO üyesi olmaktan toplam 30 yıl hapis aldı.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, sanığın bu iki suçtan değil, eski 765 sayılı TCK´nın 146´ncı maddesine göre, ´Anayasal düzeni zorla değiştirmeye çalışmak´ suçundan hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle kararı bozdu. Tekrar başlayan yargılamada 4 No´lu DGM yerine kurulan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, sanığı, Yargıtay´ın bozma kararına uyarak TCK 146´dan 30 yıl hapse mahkum etti. Ancak bu sırada sanık yurtdışına kaçtı, avukatı da duruşmalara gelmedi. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu, üye hakimler Oktay Kuban ve Mehmet Erdoğan´ın 28 Aralık 2009´da verdiği karar da temyiz edildi. Yargıtay savcısı, 17 Ocak 2012´deki mütalaasında, hükmü doğru bulduğunu belirtse de, sanığa yüklenen suçun yasada öngörülen cezasının alt sınırı karşısında Ceza Muhakemesi Kanunu´nun ´zorunlu müdafiliği´ düzenleyen ilgili fıkrası ile ´Duruşmada hazır bulunacaklar´ başlıklı 188/1. maddelerine aykırı davranıldığını iddia etti. Yani 5 yıldan fazla hapis eczası istenen bir suçla ilgili duruşmada ´zorunlu sanık müdafii´ olması gerektiğini ancak görevlendirme yapılmadığını, sanığın da dinlenmediğini ve bu nedenle de savunma hakkının kısıtlandığını belirterek bozma istedi.
SAVUNMA HAKKI İHLAL EDİLMEMİŞTİR
Devlet güvenliğine ilişkin suçlara bakan Yargıtay 9. Ceza Dairesi´nin 14 Şubat 2012 tarihli kararında, somut olayda, mahkemece bozmaya uyularak yargılamaya devam ettiği belirtildi. Ancak tüm araştırmalara rağmen sanığın bulunamadığı ve yokluğunda bozma doğrultusunda önceki hükümdeki cezayı aşmadan, yazılı şekilde hüküm kurulduğu gözetildiğinde mahkemenin uygulamasında savunma hakkına yönelik bir ihlalin görülmediği aktarıldı. Ayrıca sanığın vekaletnameli müdafiinin 2003 tarihli bozma kararından sonra vekillikten çekildiği, daha sonraki celseye de sanık müdafii olduğunu belirten başka bir avukatın katıldığı anlatıldı. Bu avukatın da istediği süre verilmesine rağmen vekaletname sunmadığı gibi sonraki celselere de katılmadığı kaydedildi. Bu durumda sanığın, zorunlu müdafi ile ilgili açık ya da örtülü muvafakatinin alınamayacağı için Ceza Genel Kurulu kararı doğrultusunda sanığın haberi olmadan müdafiinin yaptığı işlemin hukukî sonuç doğurmayacağı bildirildi. Kararda, Vekaletnameli avukatın çekildiği, başka bir vekilin savunmayı üstlenmediği, sanığın bulunamadığı ve zorunlu müdafiden haberdar edilemediği böylesi durumlarda yargılamanın sürdürülmesine savunma hakkının kötüye kullanılması suretiyle engel olunacağı gözetildiğinde; sanığa bir müdafi atamadan hüküm kurulmuş olmasının savunma hakkının ihlali olarak değerlendirilmeyeceği anlaşılmış, tebliğnamedeki bu hususlara ilişkin görüşlere iştirak edilmemiştir. denildi. Kararın sonunda ise, Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın üyesi bulunduğu silahlı terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası´nı cebir ve şiddet kullanarak değiştirme amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları gerçekleştirdiği ifade edilerek hükmün onandığı açıklandı.
Yargıtay´ın, alt sınırı 5 yıldan fazla olan 765 sayılı TCK´nın 146´ncı maddesine ilişkin bu kararı 17 Nisan 2012´de İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi´ne ulaştı. 365 sanıklı Balyoz darbe planı davasında, sanık avukatlarının boykotu ve İstanbul Barosu´nun da müdafi atamaması nedeniyle oluşan krizin de haksız, dayanaktan yoksun olduğunu gösterdi. Çünkü Balyoz sanıkları da Yargıtay kararına konu olan ´devlet güvenliğine ilişkin suçla´ yargılanıyor. Bu şekilde, 26 Mart 2012´de verilen ve sanıklar hakkında ceza talep edilen esas hakkındaki mütalaadan sonra duruşmalara girmeyen avukatlara Yargıtay´dan kötü haber gelmiş oldu. Öte yandan, yeni yargı reform paketindeki avukat duruşmada olmasa da sanık hakkında karar verilebilmesinin yolunu açacak düzenlemeye Yargıtay´dan destek çıkmış oluyor. (Zaman)
(25 Mayıs 2012), son güncel.: (26 Mayıs 2012)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER:
Sanıklar, avukatları ve İstanbul Barosu ortak yapımı ´Balyoz davasını kilitleme´ planı manşetlerimiz
Tutuklamalar ´Darbeci Baro´yu titretti
Darbeci Baro Taksim´e Hoşgeldin
İstanbul Barosu ile ilgili manşetlerimiz
Yargıda Kontrgerilla örgütlenmesi
Ergenekon barosu: Halktan kopukuz
Darbeci Baro´dan CHP´ye çatışma desteği
SAVCILIĞIN ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAASININ TAMAMINI (920 sh) OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Flaş!!! Balyoz: Savcıdan esas mütalaa
Balyoz planı ve davasıyla ilgili manşetlerimiz
1. Balyoz iddianamesinde ara
2. Balyoz iddianamesinde ara
3. Balyoz iddianamesinde ara
Ergenekon ve bağlantılı iddianamelerde arama yap
Ergenekon, Balyoz ve benzer davaları engelleme girişimleri